21 Temmuz 2017 Cuma

21. söz

Yirmi Birinci Söz

İki makamdır.

Birinci Makam

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ
اِنَّ الصَّلٰوةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِنٖينَ كِتَابًا مَوْقُوتًا
Bir zaman sinnen, cismen, rütbeten büyük bir adam bana dedi: “Namaz iyidir. Fakat her gün her gün beşer defa kılmak çoktur. Bitmediğinden usanç veriyor.”
O zatın o sözünden hayli zaman geçtikten sonra, nefsimi dinledim. İşittim ki aynı sözleri söylüyor ve ona baktım gördüm ki tembellik kulağıyla şeytandan aynı dersi alıyor. O vakit anladım o zat o sözü, bütün nüfus-u emmarenin namına söylemiş gibidir veya söylettirilmiştir. O zaman ben dahi dedim: “Madem nefsim emmaredir. Nefsini ıslah etmeyen, başkasını ıslah edemez. Öyle ise nefsimden başlarım.”
Dedim: Ey nefis! Cehl-i mürekkeb içinde, tembellik döşeğinde, gaflet uykusunda söylediğin şu söze mukabil beş ikazı benden işit.

Birinci İkaz

Ey bedbaht nefsim! Acaba ömrün ebedî midir? Hiç kat’î senedin var mı ki gelecek seneye belki yarına kadar kalacaksın? Sana usanç veren, tevehhüm-ü ebediyettir. Keyif için ebedî dünyada kalacak gibi nazlanıyorsun. Eğer anlasa idin ki ömrün azdır hem faydasız gidiyor. Elbette onun yirmi dörtten birisini, hakiki bir hayat-ı ebediyenin saadetine medar olacak bir güzel ve hoş ve rahat ve rahmet bir hizmete sarf etmek; usanmak şöyle dursun, belki ciddi bir iştiyak ve hoş bir zevki tahrike sebep olur.

İkinci İkaz

Ey şikem-perver nefsim! Acaba her gün her gün ekmek yersin, su içersin, havayı teneffüs edersin; sana onlar usanç veriyor mu? Madem vermiyor çünkü ihtiyaç tekerrür ettiğinden usanç değil belki telezzüz ediyorsun. Öyle ise hane-i cismimde senin arkadaşların olan kalbimin gıdası, ruhumun âb-ı hayatı ve latîfe-i Rabbaniyemin hava-yı nesîmini cezb ve celbeden namaz dahi seni usandırmamak gerektir.
Evet, nihayetsiz teessürat ve elemlere maruz ve müptela ve nihayetsiz telezzüzata ve emellere meftun ve pür-sevda bir kalbin kut ve kuvveti, her şeye kādir bir Rahîm-i Kerîm’in kapısını niyaz ile çalmakla elde edilebilir.
Evet, şu fâni dünyada kemal-i süratle vaveylâ-yı firakı koparan giden ekser mevcudatla alâkadar bir ruhun âb-ı hayatı ise her şeye bedel bir Mabud-u Bâki’nin, bir Mahbub-u Sermedî’nin çeşme-i rahmetine namaz ile teveccüh etmekle içilebilir.
Evet, fıtraten ebediyeti isteyen ve ebed için halk olunan ve ezelî ve ebedî bir zatın âyinesi olan ve nihayetsiz derecede nazik ve letafetli bulunan zîşuur bir sırr-ı insanî, zînur bir latîfe-i Rabbaniye; şu kasavetli, ezici ve sıkıntılı, geçici ve zulümatlı ve boğucu olan ahval-i dünyeviye içinde, elbette teneffüse pek çok muhtaçtır ve ancak namazın penceresiyle nefes alabilir.

Üçüncü İkaz

Ey sabırsız nefsim! Acaba geçmiş günlerdeki ibadet külfetini ve namazın meşakkatini ve musibet zahmetini, bugün düşünüp muzdarip olmak hem gelecek günlerdeki ibadet vazifesini ve namaz hizmetini ve musibet elemini, bugün tasavvur edip sabırsızlık göstermek hiç kâr-ı akıl mıdır?
Şu sabırsızlıkta misalin şöyle bir sersem kumandana benzer ki: Düşmanın sağ cenah kuvveti onun sağındaki kuvvetine iltihak etmiş ve ona taze bir kuvvet olduğu halde; o tutar mühim bir kuvvetini sağ cenaha gönderir, merkezi zayıflaştırır. Hem sol cenahta düşmanın askeri yok iken ve daha gelmeden, büyük bir kuvvet gönderir “Ateş et!” emrini verir. Merkezi bütün bütün kuvvetten düşürtür. Düşman işi anlar, merkeze hücum eder, târumar eder.
Evet, buna benzersin. Çünkü geçmiş günlerin zahmeti, bugün rahmete kalbolmuş; elemi gitmiş, lezzeti kalmış. Külfeti, keramete iltihak ve meşakkati, sevaba inkılab etmiş. Öyle ise ondan usanç almak değil belki yeni bir şevk, taze bir zevk ve devama ciddi bir gayret almak lâzım gelir. Gelecek günler ise madem gelmemişler. Şimdiden düşünüp usanmak ve fütur getirmek aynen o günlerde açlığı ve susuzluğu ile bugün düşünüp bağırıp çağırmak gibi bir divaneliktir.
Madem hakikat böyledir. Âkıl isen ibadet cihetinde yalnız bugünü düşün ve onun bir saatini, ücreti pek büyük, külfeti pek az, hoş ve güzel ve ulvi bir hizmete sarf ediyorum, de. O vakit senin acı bir füturun, tatlı bir gayrete inkılab eder.
İşte ey sabırsız nefsim! Sen üç sabır ile mükellefsin.
Birisi: Taat üstünde sabırdır.
Birisi: Masiyetten sabırdır.
Diğeri: Musibete karşı sabırdır.
Aklın varsa şu üçüncü ikazdaki temsilde görünen hakikati rehber tut. Merdane “Yâ Sabûr!” de, üç sabrı omuzuna al. Cenab-ı Hakk’ın sana verdiği sabır kuvvetini, eğer yanlış yolda dağıtmazsan her meşakkate ve her musibete kâfi gelebilir ve o kuvvetle dayan.

Dördüncü İkaz

Ey sersem nefsim! Acaba şu vazife-i ubudiyet neticesiz midir, ücreti az mıdır ki sana usanç veriyor? Halbuki bir adam sana birkaç para verse veyahut seni korkutsa akşama kadar seni çalıştırır ve fütursuz çalışırsın.
Acaba bu misafirhane-i dünyada âciz ve fakir kalbine kut ve gına ve elbette bir menzilin olan kabrinde gıda ve ziya ve herhalde mahkemen olan mahşerde senet ve berat ve ister istemez üstünden geçilecek sırat köprüsünde nur ve burak olacak bir namaz, neticesiz midir veyahut ücreti az mıdır? Bir adam sana yüz liralık bir hediye vaad etse yüz gün seni çalıştırır. Hulfü’l-vaad edebilir o adama itimat edersin, fütursuz işlersin.
Acaba hulfü’l-vaad, hakkında muhal olan bir zat, cennet gibi bir ücreti ve saadet-i ebediye gibi bir hediyeyi sana vaad etse pek az bir zamanda, pek güzel bir vazifede seni istihdam etse; sen hizmet etmezsen veya isteksiz, suhre gibi veya usançla, yarım yamalak hizmetinle onu vaadinde ittiham ve hediyesini istihfaf etsen pek şiddetli bir te’dibe ve dehşetli bir tazibe müstahak olacağını düşünmüyor musun? Dünyada hapsin korkusundan en ağır işlerde fütursuz hizmet ettiğin halde; cehennem gibi bir haps-i ebedînin havfı, en hafif ve latîf bir hizmet için sana gayret vermiyor mu?

Beşinci İkaz

Ey dünya-perest nefsim! Acaba ibadetteki füturun ve namazdaki kusurun meşâgil-i dünyeviyenin kesretinden midir veyahut derd-i maişetin meşgalesiyle vakit bulamadığından mıdır? Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki bütün vaktini ona sarf ediyorsun!
Sen istidat cihetiyle bütün hayvanatın fevkinde olduğunu ve hayat-ı dünyeviyenin levazımatını tedarikte iktidar cihetiyle, bir serçe kuşuna yetişemediğini biliyorsun. Bundan neden anlamıyorsun ki vazife-i asliyen hayvan gibi çabalamak değil, belki hakiki bir insan gibi hakiki bir hayat-ı daime için sa’y etmektir.
Bununla beraber meşâgil-i dünyeviye dediğin, çoğu sana ait olmayan ve fuzulî bir surette karıştığın ve karıştırdığın malayani meşgalelerdir. En elzemini bırakıp güya binler sene ömrün var gibi en lüzumsuz malûmat ile vakit geçiriyorsun. Mesela, “Zühal’in etrafındaki halkaların keyfiyeti nasıldır?” ve “Amerika tavukları ne kadardır?” gibi kıymetsiz şeylerle kıymettar vaktini geçiriyorsun. Güya kozmoğrafya ilminden ve istatistikçi fenninden bir kemal alıyorsun.
Eğer desen: “Beni namazdan ve ibadetten alıkoyan ve fütur veren öyle lüzumsuz şeyler değil, belki derd-i maişetin zarurî işleridir.”
Öyle ise ben de sana derim ki: Eğer yüz kuruş bir gündelik ile çalışsan sonra biri gelse, dese ki: “Gel on dakika kadar şurayı kaz, yüz lira kıymetinde bir pırlanta ve bir zümrüt bulacaksın.” Sen ona: “Yok, gelmem. Çünkü on kuruş gündeliğimden kesilecek, nafakam azalacak.” desen, ne kadar divanece bir bahane olduğunu elbette bilirsin.
Aynen onun gibi sen şu bağında, nafakan için işliyorsun. Eğer farz namazı terk etsen bütün sa’yin semeresi, yalnız dünyevî ve ehemmiyetsiz ve bereketsiz bir nafakaya münhasır kalır. Eğer sen istirahat ve teneffüs vaktini, ruhun rahatına, kalbin teneffüsüne medar olan namaza sarf etsen o vakit, bereketli nafaka-i dünyeviye ile beraber, senin nafaka-i uhreviyene ve zâd-ı âhiretine ehemmiyetli bir menba olan, iki maden-i manevî bulursun:
Birinci maden: Bütün bağındaki (Hâşiye[1]) yetiştirdiğin –çiçekli olsun, meyveli olsun– her nebatın, her ağacın tesbihatından, güzel bir niyet ile bir hisse alıyorsun.
İkinci maden: Hem bu bağdan çıkan mahsulattan kim yese –hayvan olsun, insan olsun; inek olsun, sinek olsun; müşteri olsun, hırsız olsun– sana bir sadaka hükmüne geçer. Fakat o şart ile ki sen, Rezzak-ı Hakiki namına ve izni dairesinde tasarruf etsen ve onun malını, onun mahlukatına veren bir tevziat memuru nazarıyla kendine baksan…
İşte bak, namazı terk eden ne kadar büyük bir hasaret eder, ne kadar ehemmiyetli bir serveti kaybeder ve sa’ye pek büyük bir şevk veren ve amelde büyük bir kuvve-i manevî temin eden o iki neticeden ve o iki madenden mahrum kalır, iflas eder. Hattâ ihtiyarlandıkça bahçecilikten usanır, fütur gelir. “Neme lâzım.” der. “Ben zaten dünyadan gidiyorum. Bu kadar zahmeti ne için çekeceğim?” diyecek, kendini tembelliğe atacak. Fakat evvelki adam der: “Daha ziyade ibadetle beraber sa’y-i helâle çalışacağım. Tâ kabrime daha ziyade ışık göndereceğim, âhiretime daha ziyade zahîre tedarik edeceğim.”
Elhasıl: Ey nefis! Bil ki dünkü gün senin elinden çıktı. Yarın ise senin elinde senet yok ki ona mâliksin. Öyle ise hakiki ömrünü, bulunduğun gün bil. Lâekall günün bir saatini, ihtiyat akçesi gibi hakiki istikbal için teşkil olunan bir sandukça-i uhreviye olan bir mescide veya bir seccadeye at.
Hem bil ki her yeni gün, sana hem herkese, bir yeni âlemin kapısıdır. Eğer namaz kılmazsan senin o günkü âlemin zulümatlı ve perişan bir halde gider, senin aleyhinde âlem-i misalde şehadet eder. Zira herkesin, her günde, şu âlemden bir mahsus âlemi var. Hem o âlemin keyfiyeti, o adamın kalbine ve ameline tabidir. Nasıl ki âyinende görünen muhteşem bir saray, âyinenin rengine bakar. Siyah ise siyah görünür. Kırmızı ise kırmızı görünür. Hem onun keyfiyetine bakar. O âyine şişesi düzgün ise sarayı güzel gösterir. Düzgün değil ise çirkin gösterir. En nazik şeyleri kaba gösterdiği misillü sen kalbinle, aklınla, amelinle, gönlünle, kendi âleminin şeklini değiştirirsin. Ya aleyhinde ya lehinde şehadet ettirebilirsin.
Eğer namazı kılsan o namazın ile o âlemin Sâni’-i Zülcelal’ine müteveccih olsan birden, sana bakan âlemin tenevvür eder. Âdeta namazın bir elektrik lambası ve namaza niyetin, onun düğmesine dokunması gibi o âlemin zulümatını dağıtır ve o herc ü merc-i dünyeviyedeki karmakarışık perişaniyet içindeki tebeddülat ve harekât, hikmetli bir intizam ve manidar bir kitabet-i kudret olduğunu gösterir. اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ âyet-i pür-envarından bir nuru, senin kalbine serper. Senin o günkü âlemini, o nurun in’ikasıyla ışıklandırır. Senin lehinde nuraniyetle şehadet ettirir.
Sakın deme: “Benim namazım nerede, şu hakikat-i namaz nerede?” Zira bir hurma çekirdeği, bir hurma ağacı gibi kendi ağacını tavsif eder. Fark yalnız icmal ve tafsil ile olduğu gibi; senin ve benim gibi bir âmînin –velev hissetmezse– namazı, büyük bir velinin namazı gibi şu nurdan bir hissesi var, şu hakikatten bir sırrı vardır, velev şuurun taalluk etmezse. Fakat derecata göre inkişaf ve tenevvürü ayrı ayrıdır. Nasıl bir hurma çekirdeğinden, tâ mükemmel bir hurma ağacına kadar ne kadar meratib bulunur. Öyle de namazın derecatında da daha fazla meratib bulunabilir. Fakat bütün o meratibde, o hakikat-i nuraniyenin esası bulunur.
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى مَنْ قَالَ «اَلصَّلَاةُ عِمَادُ الدّٖينِ» وَعَلٰى اٰلِهٖ وَصَحْبِهٖ اَجْمَعٖينَ
***

19 Temmuz 2017 Çarşamba

SIVI SEVİYE FLATÖRÜ VE BAĞLANTISI

Seviye flatörleri su depolarında   ve havuzlarda ve  birçok yerlerde su seviyesini belirli bir seviyede tutmak için kullanılan elektriksel kontak veren bir kontrol elemanıdır. Genellikle hidrofor ve  dalgıç pompalarında motorların sussus çalışmasını önlemek için kullanılır. Motorların sussus ortamlarda çalışması durumunda motorlarda elektrıksel ve mekaniksel arızalar meydana gelir. Sıvı Seviye flatörleri kullanılarak bu arızalar büyük ölçüde önlemiş olur. Seviye flatörlerinin elektrik kumanda devrelerine bağlantısı kolaydır. Flatörler devreye seri olarak bağlanır. Çalıştırmakta olduğumuz motorun kumanda devresinde motorun start verdiğimiz kontaktör önüne seri bağlayarak flatörü devreye bağlamış oluruz burda flatör sınır anahtarı swichlerin mantığında çalışır. Faltörlerin  herhangi bir çalışma gerilimi yoktur.

Piyasada 2 ve 3 kablolu seviye flatörleri bulunmaktadır bunların kabloları kuru kontak olarak tabir ederiz. Örn kumanda devresi 24 v dc olan bir motor devresinde 2 kablolu bağlantıyı örnek verirsek  flatörü kontaktör önünde kullanmak istersek kablonun bir ucunun çanlı uç olarak kullanırız diğer kablo ise flatör den çıkış olarak alırız ve kontaktörümüzün A1 ucuna bağlayarak kontaktörü çektirmiş oluruz bu bağlantı sadece kumanda devresinde uygulanır motor güç devresinde uygulanmaz.  Şekildeki kumanda devresinde flatörün kumanda  bağlantı şeması çizilmiş dir. Flatörümüzden çıkan 2 kablonun birini flatör klemensi olarak adlandırdığımız 1 nolu klemense bağlarız diğer kablonun  ucunuda 2 numaralı klemense bağlayarak bağntısını yapmış oluruz.

SIVI SEVİYE FLATÖRLERİN ÇALIŞMA PRENSİBİ

Flatörlerler görsel olarak  şamandıraya benzediği için  malzeme gereğide hafif malzemeden imal edilirler. Hafif olduklarından dolayı  su yüzeyine çıkması kolaydır.

Su seviyesinin azaldığı durumlarda ise su seviyesi ile beraber flatör de aşağıya doğru bir yönelir. Flatörün içinde bulunan paslanmaz malzemeden yapılan bilye şamandıranın hareket yönüne göre ileri ve geri hareket eder. Ve şamandıranın içinde bulunan swich e temas ederek elektriksel anahtarlama görevini yerine getirmiş olur.

5 Temmuz 2017 Çarşamba

Doğru Akım ve Alternatif Akım hakkında

Doğru akım (Direct Current) elektrik yüklerinin yüksek potansiyelden alçak potansiyele doğru sabit olarak akmasıdır. Alternatif akımdan farkı elektrik yüklerinin aynı yönde akışı yönü ve şiddeti değişmemesidir.  Doğru akımın yönü değişmese de şiddeti değişebilir. Düzgün doğru ve değişken doğru akım olarak adlandırılabilir. Doğru akım Telekomünikasyon sektöründe Radyo, Teyp, Televizyon gibi elektronik cihazlarda Maden arıtma ve maden kaplamacılığında elektrikli taşıtlarda (Metro, Tramvay), DC elektrik motorlarında kullanılmaktadır.


Doğru Akımın Elde Edilmesi

Doğru akım (Direct Current) üreten kaynakları sıralamak gerekirse;
 
Kimyasal enerjiyi elektrik enerjisi dönüştüren araçlara Pil denir. Doğru akım üreten kaynakların başında gelmektedir.
Akümülatör, kimyasal yolla elektrik enerjisi üretir.
Güneş pili, güneş enerjisini DC elektrik enerjisine çeviren elemanlardır.


Alternatif Akım

Zaman içerisinde yönü ve şiddeti belli bir düzende değişen akıma alternatif akım denmektedir. Alternatif akımın direnç üzerinden geçmesini sağlayan gerilim kaynağına ise alternatif gerilim kaynağı denir. Alternatif akım evlerde, ofis binaları, sokak aydınlatmasında gibi yerlerde kullanılmaktadır.  Batarya, pil, akü gibi elektrik kaynaklarında alternatif akım bulunmamaktadır.


Alternatif Akımın Üretilmesi

Alternatör olarak bilinen cihazlar sayesinde alternatif akım üretilmektedir. Alternatörü tarif etmek gerekirse alternatif akım üretmek için tasarlanmış elektrik jeneratörünün özel türüdür. Alternatif akımın elde edilmesine gelinirse manyetik alan içerisinde tel çerçeve döndürülür. Bir tam tur dönüş yani 360 derecelik dönüş yapması için geçen süre T olarak adlandırılır. Tel manyetik alanın içerisinde döner ve bu sayede gerilim akım dönüşümüne girer. Bu ilkeyi gösteren kısa bir animasyona aşağıdaki videomuzda görebilirsiniz.

DC (Doğru Akım) Mı Yoksa AC (Alternatif Akım) Mı?

1893 yılında Tesla ve Westinghouse için mutlu sonla biten akım savaşları sayesinde doğru akım mı yoksa alternatif akım mı sorusuna cevap bulunmuştur. Westinghouse firmasının kurucus George Westinghouse ile Nikola Tesla, elektrik iletimi için alternatif akımın tercih edilmesini öne sürerken Thomas Edison, doğru akımın savunucusuydu. Edison’ un savunma çabaları yetersiz kalıp Nikola Tesla’ ya boyun eğmek zorunda kalmıştı. O günden bugüne gelecek olursak alternatif akımlı şebekeler, tüm dünyada elektrik enerjisinin iletimine hakim olmuştur. Böyle bir sonucun tabi ki nedenleri olmalıdır. Transformatörler sayesinde alternatif akım istenilen herhangi bir değere kolayca ayarlanabilir; ayrıca alternatif akım, birbirine entegre güç şebekelerinin geliştirilmesini imkan sağlayabilmektedir.

Alternatif akımın önemli dezavantajları da vardır. Elektriğin yüksek gerilimli güç hatları ile uzun mesafelerde iletiminde her 1.000 km'lik mesafede elektrik enerjisinin %10'dan fazlası kaybolmaktadır. Bu bakımdan doğru akım daha avantajlı gözükmektedir. Sebebi ise doğru akımlı iletim sistemleri, güç hattındaki kayıpları 1/3 oranında düşürmektedir. Gelişen teknoloji ile birlikte elektronik güç yarı iletkenleri sayesinde güç santralleri ve rüzgar çiftliklerinden çıkan alternatif akım, uygun fiyatlarla doğru akıma dönüşebilmekte ve enerji kaybının minimize olduğu görülmektedir.
Uygulama evresinde çok fazla kullanılmasa da cıva buharlı redresörler sayesinde yüksek gerilimli alternatif akımı yine aynı yüksek gerilimli doğru akıma çevirerek enerjiyi iletmek mümkün ve hattın sonunda dönüştürücülerle düşük gerilimli alternatif akıma çevirmek mümkündür.

AC şalt tesislerinin yatırım maliyetine göre yüksek olan güç dönüştürme istasyonları iletim maliyetleri ve enerji kayıplarındaki düşüşle birlikte HVDC teknolojisi,  minimum 600 km'lik hat uzunluklarında ve en az 1.000 MW' lık güç iletim düzeylerinde kendini amorti edebilmektedir. Bunun sonucunda bu teknolojiye zamanla birçok talep olmuştur. Gelecekte de talebin artacağı tahmin edilmektedir. 2016 senesine kadar iki katına çıkması yaklaşık 6 milyar Euro seviyelerine ulaşması beklenmektedir. Bu sisteme en iyi örnek, Siemenstarafından yapılan 2010 yılının ortasından beri Çin de bulunan Xiangjiaba güç santralinden 6.400 MW'lık elektriği 2.000 Km uzaktaki başkent Şanghay şehrine düşük kayıp oranıyla ileten Xiangjiaba-Şanghay HVDC elektrik otobanıdır. Dünyanın en büyük HVDC güç iletimistasyonu olarak bilinmektedir.

HVDC teknolojisi global seviyede ülkelerin ernerji politikaların değiştirme gücüne sahiptir. Örnek verirsek Güney Almanya da var olan yük merkezlerine Kuzey Denizinden veya rüzgar çiftliklerinden üretilen elektriği HVDC elektrik otobanları sayesinde iletilebilir. Almanya’ nın 2022 hedeflerinde bulunan yenilenebilir enerji kaynaklarının toplam güç ihtiyacının 1/3 oranından fazlasını karşılanması hedeflenmektedir. Bu hedeflere ulaşabilmek için enerji altyapısının uzun rotalarda ki elektrik iletim hedefinin gerisinde olan yüksek gerilimli şebekeler ile büyük çapta genişletilmesine gerek duyulmaktadır.

HVDC teknolojisi sayesinde enerji iletimi güvenliği açısından şebekelerin verimli şekilde geliştirilmesine destek verecektir.  Thomas Edison’un savunduğu doğru akımın “çevre dostu güç” üretiminde öncü bir unsur olarak geri dönüşünden büyük bir haz duyacaktır.

Su Arıtma Sistemleri Hakkında Genel Bilgiler

İçilmesinde, kullanılmasında veya çevreye bırakılmasında (atıksu) sakınca bulunan suların, kirletici parametrelerinden arındırılmasına “Su Arıtma” denir. (REVERSE OSMOSİS)

TERS OZMOZ NEDİR ? Ters ozmos, suyun içindeki istenmeyen tüm mineralleri sudan ayıran ve saf su ve içme suyu teminine yönelik olarak kullanılan membran filtrasyon prosesinin adıdır. Bu sistemler çapraz akışlı olarak çalışırlar. Bilinen anlamda filtrasyon prosesi değildir. Çünkü membran üzerinde suyun geçişine izin veren gözenekler son derece ufaktır. (Yaklaşık 1 mm’nin 2.000.000’da biri delik çapı). Böyle ufak bir gözenekten sadece su molekülleri ve bazı çok ufak inorganik moleküller geçebilmektedir. Diğer moleküller ise konsantre su fazında sistemden dışarı atılır.

TERS OZMOZ SİSTEMLER NASIL İÇME SUYU ÜRETİR ? Ters ozmos üniteler genelde ön filtrasyon aşamaları sonrasında kullanılır. Su önce partikül filtreden geçirilir. Partikül filtrasyon, suyun içinde bulunan 5 mikrondan daha büyük olan tüm partikülleri tutar. (1 mikron = 0.001 mm) Partikül filtrasyon Membranların tıkanmasını engellemek amacı ile kullanılır. Partikül filtrasyondan sonra su aktif karbon filtreden geçirilir. Aktif karbon ile suda istenmeyen koku, tat ve klor tutulur.
Aktif karbon filtreden geçirildikten sonra su, tekrar 1 mikron filtrasyondan geçirilir. Burada daha ince taneciklerin tutulması sağlanır. Bu ünitelerden geçen su ters ozmos membrana verilmeye hazırdır. Ters ozmos membran suyun çözünmüş iyonları tutar. Suyun içindeki bu iyonlar arasında, ağır metaller, sodyum, kurşun, arsenik, nitrat, asbest ve diğer bir çok zararlı iyonlar bulunur. Su ters ozmos membrandan çıktıktan sonra ikinci bir tat düzenleyici post aktif karbon filtreden geçirilir. Ters ozmos üniteden çıkan su son derece güvenilir içme suyudur.

TERS OZMOZ İÇME SUYU SİSTEMLERİN BAKIMA İHTİYACI VAR MIDIR ? Sistem içindeki partikül filtreler ve aktif karbon filtrelerin belli bir ömrü vardır ve periyodik olarak değiştirilmelidirler. Genellikle bu filtrelerin yılda bir değiştirilmesi yeterlidir. Değişim sıklığı, ham su kalitesi ve arıtılan su miktarına göre değişebilir. Ters ozmos membran ise düzenli bakım ile en az 3-4 sene dayanacaktır. Membran değişim zamanının gelip gelmediği konusunda uzmana danışılması gereklidir.

TERS OZMOZ SİSTEMDE TUTULAN MİNERALLERE İNSAN VÜCUDUNUN İHTİYACI YOK MU ? İnsan vücudunun bazı minerallere ve vitaminlere olan ihtiyacı doğrudur. Ancak, bu minerallerin istenen seviyede alınması için en doğru yol iyi ayarlanmış bir diyettir. Söz konusu faydalı mineraller suda o kadar az miktarlarda mevcuttur ki, bir insanın günlük mineral ihtiyacını ne kadar çok su içerse içsin karşılayabilmesi mümkün değildir.

NEDEN ARITMA CİHAZI ALMALIYIM ? Vücudun suya olan ihtiyacı, besine duyduğu ihtiyaçtan çok daha fazladır. İnsan hiçbir gıda yemeden 8 haftaya kadar yaşayabildiği halde su içmeksizin 1 haftadan daha fazla yaşayamaz. Yüzde 55 ile 75’i sudan oluşan vücudumuzdan günde, terleme, solunum benzeri aktivitelerle 2-3 litre su kaybederiz. Suyun yaşamsal önemi aşikare olduguna gore kaliteli su tüketmeliyiz.

GELECEĞİMİZ OLAN ÇOCUKLARIMIZ İÇİN GÜVENİLİR SU Bebeğe verilecek suyun ve tabii ki mama hazırlanacak suyun güvenilir olması büyük önem taşımaktadır. Güvenli olmayan su çocuğun pek çok hastalığa yakalanmasına neden olabilir. Bunlar arasında hastalık yapabilecek en önemli grubu mikroorganizmalar oluşturur. Amipli dizanteri, basili dizanteri, para tifo ve tifo, kolera gibi hastalık etmenleri suda bulunabilir ve hastalık yapabilir. Bunlar genelde belirtilerini hızla gösterir ve genellikle de kusma, ishal ile ortaya çıkarlar.

Suya aynı zamanda uzun dönemde sağlığı olumsuz etkileyebilecek tarım ilaçları kalıntıları, ağır metaller ve solventler karışmış olabilir. Bunlar eğer belirtilen sınır değerlerin üzerindeyse mide bağırsak problemlerine, deride hassasiyete yol açabilir. Kanser ve diğer kronik hastalık risklerini artırabilir.
İSHAL Tüm dünyada ölümlerin yüzde 4’ü ishalden kaynaklanır. Her yıl 2.2 milyon kişi ishalden ölmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde bu rakamın çoğunluğunu çocuklar oluşturmaktadır. Sulu ve sık sık dışkılamayla kendini gösteren ishal sindirim sisteminde bir enfeksiyon neticesinde ortaya çıkar. Enfeksiyonun tipine bağlı olarak dışkı çok sulu ya da kanlı olabilir. Bakteri, virüs ve parazitlerle bulaşmış su ishalin en önemli nedenidir.

İshal, güvenli içme ve kullanma suyunun kısıtlı olduğu ya da temizleme sistemlerinin yetersiz olduğu yörelerde ya da kişisel hijyene dikkat edilmediğinde çok daha sık görülür. İnsan dışkılarıyla kirlenmiş olan sularla bulaşabildiği gibi hayvan dışkılarıyla da bulaşabilir. Kirli sularla sulanmış sebze ve meyveler, ishal etmeni olan mikroorganizmalar bulaştırabilirler. Su temizliği ishalden korunmada en önemli etkendir.

Partikül nedir?

Partikül terimi, sürtünme, bölünme, erozyon, yoğuşma ve tam yanmama sonucu oluşan katı veya sıvı tüm küçük parçacıklar için kullanılır. Dizel motorlarda gaz halde atılan zararlı maddelerin yanında toz haldeki katı maddeler de egzoz gazı ile dışarı atılır. Bu katı maddelere “partikül” denir. Zararlı madde oluşumu ve özellikle kurum partikülü emisyonu dizel motordaki yanma prosesine bağlıdır. Yanma ise birçok sayıda yapısal etkene, yakıta ve atmosferik faktörlere bağlıdır.

9 Haziran 2017 Cuma

Propaganda nedir

Propaganda, çok sayıda insanın düşünce ve davranışlarını etkilemek amacını taşıyan önceden planlanmış bir mesajlar bütünüdür.
Propaganda tarafsız bilgi sağlama yerine, en temelde kendi kitlesini etkileyecek bilgiyi sunar.
Mesaj doğru olsa da yönlü olabilir ve olayın tümünü dengeli bir şekilde sunmayabilir.
Genellikle politikada kullanılır ve hükümetler ve politik partiler tarafından desteklenir.
Bilginin benzer bir manipülasyonu örneğin reklamda kullanılır ama buna genellikle propaganda denilmez.
Propaganda kelimesi reklamın tersine kuvvetli bir olumsuz anlam taşır.

8 Haziran 2017 Perşembe

Merede-i şeyâtîn hakkında

SORU
Bazı hadis-i şeriflerde, "Ramazan ayı girince merede-i şeytanlar zincire vurulur." buyuruluyor. "Merede-i şeyâtîn" ne demektir; şeytanların zincire vurulmalarının tezahürleri nelerdir?

CEVAP
İnsanlar gibi şeytanlar da kısım kısımdır; çok aşırı zararlıları olduğu gibi her insana özel verilmiş şeytanlar da vardır.

Sonsuz hikmet sahibi olan Allah, geniş koordinatlar ve sınırsız potansiyele sahip çok kıymetli cihazlar, çok üstün kabiliyetlerle donattığı insanın sürekli terakki etmesini, yaratılışının hakkını vererek maddeten ve manen yükselmesini murad ettiği için şeytanları insana musallat etmiştir.

Grafit denilen madenin 100 bin atmosfer basınç ve 3 bin derece sıcaklık altında tutulmasıyla ancak elmas elde edildiği düşünülürse, insan fıtratındaki elmastan çok daha kıymetli madenlerin açığa çıkması için şeytanların ne kadar lüzumlu olduğunu idrak edebiliriz.  

Yalnız Ramazan ayında bağlanan şeytanlar, hususi şeytanlar değildir; daha zararlı ve şerli şeytanlardır. Herkesin hususi şeytanı ise insanla sürekli beraber bulunmaktadır. Eğer şeytan insandan ayrılsa o zaman insanın terakkisi durur; ne var ki atmosferin daha nurani ve mânevî iklimle hayat bulması, gönüllerin iman ve Kur’an nurlarına boyanması ve herkesin derecesine göre cesedinden sıyrılıp ruhi bir hayata adım atması sebebiyle Ramazan-ı Şerif’te bu şeytanların tesirleri ve zararları azalabilir.

Peygamber Efendimiz (asm) "Ramazan ayı girince Cennet kapıları açılır, Cehennemin kapıları kapanır ve merede-i şeyâtîn zincire vurulur." (Buhari, Savm, 5) buyurmuştur. Hadiste geçen "Merede", inatçılar, direnenler, saldırganlar demektir. Bu ifadeyle, şeytanların en azgınları, ipe-sapa gelmezleri, gözü dönmüşleri kastedilmektedir. Evet, bu mübarek ayda, "merede-i şeyâtîn" zincire vurulmaktadır.

Ramazan-ı Şerif adeta bir ahiret pazarıdır, uhrevi hasılatın en verimli tarlasıdır, amellerin filizlenmesi için Nisan yağmuru hükmündedir, sair zamanlarda bir Kur’an harfi okuyan kişi on sevap kazanırken, bu zamanda on binlere kadar kazanç artmaktadır. Bundan istifade eden mü'minlerin elde ettiği büyük kâr, şeytan açısından tam bir felakettir.

Bu durumda hırsından deliye dönüp, insanları günahlara çekmek için bütün hilelerini kullanacağı göz önünde bulundurulduğunda, şeytanın elinin kolunun bağlanması büyük bir rahmet olacaktır ve sonsuz rahmet sahibi Rabbimiz de böyle yapmıştır.

*Sorularla İslamiyet sayfasından alınmıştır.

12 Mayıs 2017 Cuma

Saati Niçin Genelde Sol Kolumuza Takarız?

Bu saatin fiyatı 72.772,19 TL
evet yanlış duymadınız 😮
Özel bir durum veya farklı olmak düşüncesi yoksa insanların çoğunluğu saatlerini sol bileklerine takarlar. İlk anda insanların çoğunun sağ ellerini kullanmaları, bu kolun daha hareketli olması dolayısıyla saatin bir yerlere çarpıp zarar görme olasılığının da daha yüksek olması nedeniyle sol bileğe takılmasının tercih edildiği düşünülebilir.
Bu düşünce şüphesiz doğrudur. Sağ ellerini kullanan insanların, sağ kol düğmelerini iliklerken ne kadar zorlandıkları malumdur. Peki sol ellerini daha çok kullanan solaklar da niçin saatlerini yine sol bileklerine takıyorlar?
Saatin ilk kullanılma yıllarında insanlar çoğunlukla cep saati kullanıyorlardı. Bu saatlerin kurma düğmesi sağda ‘3’ rakamının yanındaydı. Sık sık kurulması gereken bu saatleri cepten çıkartıp sol elle kurmak (hangi el daha baskın olursa olsun) çok zordu. İnsanlar bu saatleri zaten yeleklerinin sol tarafında bulunan ceplerinden sol elleri ile çıkarıp bakmaya ve sağ elleri ile kurmaya alıştılar. Daha sonra kol saatleri de yaygınlaşıp kurma yerleri yine ‘3’ rakamının yanında olunca bunlar da sol kola takılır oldu. Zaten sağ ellerini kullananlar bu elleri meşgulken ister cep ister kol saati olsun saate sol kollarım kullanarak bakmayı tercih ediyorlardı.
Her iki taraf da durumdan memnun olduklarından, saat üreticilerine kurma yeri solda olan bir saat üretmeleri için piyasadan bir talep hiç bir zaman gelmedi. Artık pilli, güneş enerjili veya hareketle kendi kendine kurulan saatler kullanılıyor ve kurmalı saatler neredeyse tarihe karıştıysa da insanlar saatlerini sol bileklerine takmaya devam ediyorlar.

8 Mayıs 2017 Pazartesi

Risale-i Nur

رسالهٔ نور

Risale-i Nur

Risale-i Nur (Osmanlı Türkçesiرسالهٔ نور) (TürkçeNurlu kitaplar), konu sırası takip etmeyen ve güncel ve İslamî ve imani konularda Said Nursî tarafından 1925 yılında yazılmaya başlanmış, 24 yılda tamamlanmış kitap ve kitapçıklardan oluşan bir külliyattırRisale-i Nur, yaklaşık 6000 sayfadan oluşan ve ayet sırası takip etmeyen bir tefsir külliyatıdır. Ancak bu tefsir çalışması dışında külliyat -inanç başta olmak üzere- ahlaki, felsefi sorunları irdeleyen bir eserdir.

   Yazar, bu kitapları 20. yüzyılın düşünce dünyasını derinden etkileyen, felsefi akımlar ve bilimsel gelişmeler neticesinde ortaya çıkan iman ve İslam’la ilgili köklü soru ve sorunlara karşı İslam'ın savlarını ispat etmek amacıyla yazmıştır. Bu çerçevede yaratıcının varlığı, iman, İslam, kaderkıyametahiret, peygamberlik, mucizeKur’anın Allah'ın sözü oluşu gibi inançla ilgili konularda, ayrıca mehdideccalMesihahir zaman gibi eskatoloji konularında yoğunlaşır. Yazar ayrıca varlığın gayesini anlama veya anlamlı kılma çerçevesinde "Ben kimim?", "Nereden geldim?", "Nereye gidiyorum?" gibi sorulara İslami inançlar çerçevesinde cevaplar bulmaya çalışmıştır.

Tarihçe

Risale-i Nur Osmanlı alfabesi ile telif edilmiştir. Yazılıp çoğaltılmasında Ahmet Hüsrev AltınbaşakHafız Ali, Şamlı Hafız TevfikTahiri Mutlu gibi talebeleri yardımcı olmuştur. Said Nursî’nin zorunlu ikamete tabi tutulduğu Isparta'ya bağlı Barla ve civarı köylerde, kendisine bağlı kişiler tarafından elle yazılmak sureti ile çoğaltılmaya başlanmıştır. Daha sonraları Said Nursî'nin izni ile başta Asa-yı Musa ve Şualar latin harfleri ile sınırlı sayıda basılmıştır. 1957 yılında ise bütün külliyat Said Nursî tarafından Latin harfleri ile bastırılmıştır.
Yazar, Risale-i Nur'dan önce Kur'an'ı baştan sona tefsir etmek amacıyla orijinal hali Arapça olan İşaratü'l-İcaz isimli eseri yazmaya başlamıştır. Bu eserin yazımı, I. Dünya Savaşı'na denk geldiği için ancak Fatiha Suresi'ni ve Bakara Suresi'nin ilk 32 ayetinin tefsirine kadar devam etmiştir. Yazar, Kuran'ın tamamını bu şekilde 60-70 cilt olarak tefsir etmeyi düşünürken, çeşitli sebeplerle vazgeçmiştir.
Daha sonra 130 temel konudan oluşan Risale-i Nur'u telif etme kararı almıştır. Risale-i Nur serisinden ilk olarak Nurun İlk Kapısı’nı yazmıştır. Risale-i Nur, yazıldığı süre boyunca yazarı hakkında çeşitli suç isnatları ortaya çıkmış ve davalar açılmıştır. Günümüze kadar Risale-i Nur hakkındaki pek çok davada beraat kararı verilmiştir. Yazar, aleyhindeki kovuşturmalar, davalar veya mahkûmiyetler devam ederken BarlaKastamonuEmirdağEskişehirDenizli ve Afyon’da 23 yıllık süre zarfında eserlerini yazmaya devam etmiştir. 1970'lere kadar uzanan davalarda Risale-i Nur'un avukatlığını Avukat Bekir Berk yapmıştır. Uzun süren davalar sonucunda, Risale-i Nur'ların yasaklanmasına dair kararın hükmü kaldırılmıştır.
Risalelerin içeriği basımda ve bazı yayımlarda tenkit edilmiş ve mahkemelere yansımıştır. Said Nursî şahsı ve Risale-i Nur hakkındaki bazı eleştirileri kitaplarında yazıp Şualar isimli kitabında bazı cevaplar vermiştir. Söz konusu eserde değişik mahkemelerde yargılanırken yaptığı müdafaalara yer verilmiş, devamında ise kendi anlatımıyla bütünü mahkeme heyetince de reddedilip kabul edilmeyen savcının 100'den fazla iddiaları yazılıp cevabı verilmiştir. Diyanet İşleri Müşavere Kurulunun 23.5.1956 gün ve ehl-i vukuf raporlarına istinaden Afyon Ağır Ceza Mahkemesince Said Nursînin kitap ve sair evraklarının kanuni mevzuata muhalif siyasi ve idari hiçbir mahzuru görülmemiştir kararına varılmıştır.
2014 yılının Nisan ayında başlayıp 28 Ocak 2016 yılında sona eren toplam 666 gün süren süre çerçevesinde Risale-i Nurlar bandrol yasağı engeli yüzünden basılamadı. Risale-i Nur'u basılamaz hale getiren kanunun iptali için Cumhuriyet Halk PartisiAnayasa Mahkemesi'ne başvurmuştu. AYM'de özgürce basım yönünde karar vermişti. Anayasa Mahkemesi 11 Haziran 2015 tarihinde Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'nda yapılan değişiklikleri iptal ederek, Risale-i Nurların devlet tekeline alınmasının önüne geçmişti. Ancak Danıştay Dava İdareleri Kurulu da Risale-i Nur Külliyatı'nın basım ve neşir yetkisini Diyanet İşleri Başkanlığı'na devreden Bakanlar Kurulu kararnamesinin yürütmesini 12 Aralık 2015 tarihinde durdurma kararı almıştı. Danıştay'ın kararında, “Bakanlar Kurulu kararının yasal dayanağı olan 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'nun 47. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinin Anayasa Mahkemesi'nce iptaline karar verilmesi karşısında, yasal dayanaktan yoksun dava konusu Bakanlar Kurulu kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.” denildi ve 28 Ocak 2016 tarihinden itibaren Risale-i Nur basılmaya devam edildi.

Risale-i Nur hakkındaki görüşler

Said Nursî ve eserleri hakkında çeşitli tartışmalar meydana gelmiştir. Gerek eserlerindeki dini, sosyal ve siyasi konulardaki yaklaşımı; gerekse eğitimi ve bilgisini ilgilendiren konularda İlahiyatçılar tarafından farklı yorumlar ve görüşler ortaya konmuştur.
Zübeyir Gündüzalp'e göre "Risale-i Nur, Kur'ân-ı Mu'ciz-ül Beyânın bu asırda bir mu'cize-i mâneviyesi olan yüksek ve parlak bir tefsiridir."
Prof. Dr. Şener Dilek'e göre, Risale-i Nur, Kur'ân-ı Kerim'in hakiki ve mânevî bir tefsiridir. Me'hazi, menbaı Kur'ân-ı Azimüşşan, rehberi Peygamber-i Zîşan Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır. Çizgisi, ehl-i sünnet ve'l-cemaatin cadde-i kübrasıdır. Risale-i Nur, Kur'ân'ın içinde bulunduğumuz çağın anlayışına bir dersidir. Kur'ân hakikatleri, ilim ve tekniğin dili ile asrın idrakine uygun bir biçimde açıklanmıştır. Mantık ve muhakeme sentaksı içerisinde temsil metodu ile uzak hakikatler yakınlaştırılmış, dağınık meseleler sistematik bir yaklaşımla bir araya getirilmiş, en yüksek hakikatlere ulaşılmıştır. Aklın istifadesi yanında, nefis, hayal, vehim, heva gibi his ve duyguların da istifadesi gözetilmiştir. Risale-i Nur, Kur'ân'ın kutsiyetinden telemmü eder, o kutsiyeti terennüm eder.
Prof. Dr. Yusuf Şevki Yavuz'a göre Risale-i Nur kitaplarında hemen hemen bütün kelâmî konulara yer verilip ayrıntılı olarak işlenmiş ve delillendirilmeye çalışılmıştır. Said Nursî geçmiş İslam alimlerinin görüşlerinden yararlanmakla birlikte itikatla ilgili konuları Kur’ân-ı Kerim in üslubuna uygun bir şekilde incelemesiyle dikkat çeken çağdaş alimler arasında yer almıştır. Allah’ın varlığı konusunda hudüs, imkân, düzen ve fıtrat delillerini takrir edip, bunlardan düzen deliline önem vermiştir ki bu, çağdaş alimlerin de öne çıkardığı bir delildir. Allah’ın birliği konusunda temanû delilinden başka her varlığın bir türe mensup olu­şunu konu edinen bir delil de zikretmiştir. İlahî sıfatlar konusunda tekvin sıfatını ispat etmiş, haberi sıfatları ise tevil etmiştir. Peygamberlik müessesini ulûhiyetin bir tezâhürü olarak yorumlamış ve mucizeyi nübüvvetin kanıtlanmasında en önemli delil olarak, ayrıca modern îcad ve keşiflerin ilham kay­nağı olarak görmüştür. Ahiret konusunda Kur’ân ve sünnette yer alan delilleri açıkladıktan sonra insanın sahip olduğu adalet ve ebediyet duygusunu bu konuda önemli birer delil kabul etmiş, ahirete imanın insanı mutlu kıldığını, inkarın ise insanı bunalım psikolojisine sevk ettiğini vurgulamıştır.
Abdülbaki Gölpınarlı'ya göre Said Nursî’nin Risalelerde kullandığı Türkçe yer yer anlaşılmaz ve Türkçe gramer kurallarına aykırıdır.[13] Diğer taraftan, Bediüzzaman'ın Dar-ül Hikmet-ül İslamiye azası olduğu dönemde aynı kurumda vazifeli bulunan millî şairimiz Mehmet Akif Ersoy, Said Nursî ve eserleri için şu ifadeyi kullanmıştır: Victor Hugo'lar, Shakespeare'ler, Descartes'lar, edebiyatta ve felsefede, Bediüzzaman'ın bir talebesi olabilirler.
Rusya'da Risale-i Nur'un uzmanlar tarafından fonetik, psikolojik ve diğer açılardan Kaliningrad mahkemesi için yapılan incelemelerinde, eserlerin İslamı diğer din ve inançlardan üstün tutması, diğer dinleri kendileriyle mücadele edilmesi gereken inançlar olarak göstermesi, eserlerin farklı inanç mensupları arasında fitne saçan, bölücü unsur olarak değerlendirilmesine ve yasaklanması gerektiğine hükmedilmiştir[15]. Diğer yandan karar, Rusya'da yasal olarak faaliyetlerini yürüten Nur Bedi Kültür ve Eğitim Vakfı tarafından AİHM'ne taşınmış, Rusya Müftülük Konseyi'nin, Said Nursî'nin eserlerinin İslami doktrinler ve Kur‘an eksenli olduğu, radikal içeriğinin bulunmadığı, asla şiddete çağırmamakta birlikte, dini ve etnik milliyetçilik barındırmadığı yönündeki raporu; Rusya Müslümanlar Birliği'nin, Said Nursi‘nin kitaplarının fanatiklik içermeyip, şiddet ve ırkçılık gibi menfi kavramların karşısında olduğu bağlamındaki raporu; Tataristan Cumhhuriyeti Müslümanlar Birliği, Malezya İslam Üniversitesi, Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı ve İslam Konferansı Örgütü gibi yetkin kuruluşların Risale-i Nur hakkındaki olumlu görüş ve raporları mahkemeye sunulmuş, AİHM ilk etapta Rus Mahkemesinden bilirkişi olarak görevlendirilen kişilerin dinî konuda uzmanlıklarının bulunup bulunmadığını sormuş, Rus yerel mahkeme bu talebi reddederek dil bilimcileri ve sosyal psikologların da görüş ileri sürebileceklerini belirtmiştir.
Risale-i Nur'un bazı kısımlarının tahrif edildiği iddiaları bazı araştırmacılar tarafından ifade edilmiştir. İddialar Said Nursî'nin Kürtlüğü, seyyidliği ve şerifliği gibi konularla ilgilidir.
Mısır'ın Kahire şehrinde 2009 yılında İslâmî Edebiyat Birliği tarafından düzenlenen konferansta, Ezher Üniversitesi Eski Rektörü ve dönemin Mısır Diyanet Komisyonu Başkanı Prof. Dr. A. Ömer Haşim Said Nursî'nin tarihin kaydettiği ender şahsiyetlerden biri olduğunu, Risale-i Nur eserlerinin ihlâslı bir kalpten çıkarak doğrudan Kur’ân’a dayandığı için gönüllerde taht kurduğunu ve parça parça olmuş İslâm ülkelerini, dağılmış gönül ve düşünceleri bir araya getirecek, birlik ve beraberliği sağlayacak temel esasların Risale-i Nur tefsirlerinde bulunduğunu belirtmiştir.
22-29 Haziran 2013 tarihlerinde İstanbul ve Bursa'da düzenlenen 5. Uluslararası Genç Akademisyenler Konferansı'na Ürdün'den katılan Prof. Dr. Mamoun Jarrar Risale-i Nur gibi bir eserle tanışıp okumayı nasip ettiği için Allah'a çok şükrettiğini belirterek, genç akademisyenlere Risale-i Nur üzerinde çalışmayı ve derinleşmeyi tavsiye etmiştir. Dubai Din İşleri Yük. Arş. Enstitüsü'nden Prof. Dr. Abdülkerim El-Enis, bugün Risale-i Nurların Dubai'den Delhi'ye ve Uzakdoğu'ya kadar ulaştığını ve İslam ülkelerinin başkentlerinde okunduğunu ve İslam ülkelerini fikren birleştirdiğini belirtmiştir. Lübnan İmam Ezvâ'i Üniversitesi'nden Vehibe Tumi, Risale-i Nur'un hakikatlar ve İslamî anlamlarla dolu olduğunu, insanın adetâ kendisini bulmasına vesile olduğunu, bunun sebebi olarak da mayasının ihlas olduğunu belirtmiştir. Konferans'a İngiltere Durham Üniversitesi'nden katılan Dusmamat Kerimov, Risale-i Nur'un esas olarak Allah'ın isimlerini Esmai Hüsna esas alarak, Esma-i Hüsnâ'nın tecellilerinin anlaşılması ile Risale-i Nur'un da kolayca anlaşılacağını belirtmiştir. Mısır Monofiye Üniversitesi'nden Prof. Dr. Zeynep Afifi, Risale-i Nur eserlerini tanıyanların onlardan ayrılamayacağını, Said Nursî'nin fikirlerinin İslam aleminde kabul gördüğünü ve bu fikirlerin dünyada da tanınması ve kabul görmesi için akademik çalışmaların çoğalarak devam etmesi gerektiğini beyan etmiştir. Hindistan Kerala Üniversitesi'nden Zeynel Abidin ise kendilerini buraya Risale-i Nur ve Said Nursî'ye olan sevginin topladığını, Hindistan'da da yapılan sempozyumdan sonra Risale-i Nur ve Said Nursî hakkında master ve doktora tezlerinin çoğalmaya başladığını kaydetti. Ceyayir Üniversitesi'nden Dr. Ammar Djidal, Risale-i Nur kitaplarının aklı çirkinliklerden temizlemek için yazıldığını, sadece fikre yönelik olmayıp insana ve insanı insan kılan bütün vasıflara yönelik olduğunu belirtmiştir. Irak Selahattin Üniversitesi'nden Prof.Dr. Osman Garib, tarihte kaldığını zannettikleri ihlası(samimiyeti) Said Nursî'nin eserlerinde ve onları okuyanlarda canlı olarak gördüklerini, Said Nursî'nin ektiği tohumlardan bugün başakların meydana geldiğini ve bu başaklarda da binlerce yeni tohumlar bulunduğu yönünde tebliğde bulunmuştur.
Diyanet işleri başkanlığı tarafından da basımına başlanan Risale-i Nur Külliyatı'ndan, 20 Ocak 2014'de neşredilen İşârâtü'l-İ'câz adlı tefsirin takdim kısmındaki, Diyanet İşleri Müşavere ve Dini Eserler İnceleme Heyeti'nin 08.09.1959 tarihli resmi yazısı: "İlişik eserde, baştan nihayetine kadar Kur'an-ı Kerim'in Fâtiha ve Bakara suresinin bir kısmının tefsirine ait bir ilim kaynağı olup, Kur'an Kerim'in izahını ve hikmetlerini ve esrarlarını ve bilvesile itikadî mes'eleler de ele alınarak, muhtelif akidelere karşı akaidin hakkiyle beyan edildiği anlaşılmış ve münderactında dinî bir mahzur görülmemiş olduğunun bildirilmesi uygun görülmüştür."
Prof. Dr. Mehmet Görmez (Diyanet İşleri Başkanı), Başkanlıkça neşredilen Risale-i Nur kitaplarına yazdığı takdim kısmında, Risale-i Nur eserlerinde, Kur’an ayetlerinin etkileyici bir üslup ve dil ile çağımızın anlayışına sunulduğunu ve Bediüzzaman Said Nursî'nin milletimizin yetiştirdiği büyük bir alim ve mütefekkir olduğunu vurgulamıştır. Risale-i Nur kitaplarını yazmadan önce Bediüzzaman'ın 60-70 cilt olarak tasarladığı (sure sırasına göre) tefsir çalışmasına başladığını ve Birinci Dünya Savaşı esnasında, cephede iken bu tefsirin ilk cildini meydana getirdiğini, fakat savaş esnasında Ruslara esir düşerek, uzun bir zaman Rusya’da esir kaldığını ve bu esareti sırasında materyalizm ve komünizm gibi fikir akımlarının Müslümanlar ile Hristiyanlar üzerinde oluşturduğu sarsılmaları yakından gördüğünden, bu tarz tefsir yazmaktan vazgeçerek yine Kur’an-ı Kerim’i esas alarak, özellikle günün inanç problemlerine çözümleri kaleme almayı tercih ettiği bağlamında beyanda bulunmuştur.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan'a göre Risale-i Nur 'da kavramlar anlatılırken pozitif bilimlerden faydalanılmış olması önemli bir nokta. Bediüzzaman'ın kitapları, dinî anlamlar taşımanın yanı sıra psikolojik, sosyolojik ve felsefi boyutları da barındırmaktadır. Bilimsel bir metodoloji ile tümdengelim, tümevarım, olmayana ergi metodu, analoji, mukayese gibi mantık kurallarını ve akıl yürütme yöntemlerini de kullanan Nursî, kanıta dayalı dini yorumlar yaparak ispatlanabilir bir maneviyat geliştirmiştir. Yeni psikolojik bilgiler ve sosyal sinirbilim verileri ile Bediüzzaman'ın öğretisi arasında çok yakın benzerlikler bulunmaktadır. Ölüm sonrası sonra hayatın varlığı, sonsuzluk gibi konular ortalama bir insanın da anlayabileceği bir seviyede anlatılmıştır. Eserlerde Fen Bilimleri de kullanılarak imani gerçekleri kanıtlama yolunu seçilmiş, Kur'an hakikatları ile fenlerin ve bilimlerin ortaya koyduğu gerçeklerin arasında tenakuz bulunmadığı, Allah'ın varlığı, öldükten sonra diriliş, kadere iman vb. konular mantık ve muhakeme çerçevesinde açıklanmıştır. Tesadüfî varoluş anlayışı yerine, tasarımsal varoluş fikri delilleriyle ortaya konumuş, Naturalizme karşı Mistisizm tezi savunulmuş, Kainat dışında, kainat cinsinden olmayan, aşkın bir Yaratıcı'nın olması gerektiği mantıksal yargılama yöntemleriyle ifade edilmiştir.

Külliyattaki kitaplar


21. söz

Yirmi Birinci Söz İki makamdır. Birinci Makam بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ اِنَّ الصَّلٰوةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِنٖينَ ك...